Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Kıyı: Hayatlar, savaşlar ve umut
#1
97097181-4d26-403d-9a81-c2e271b1bdad.jpg
Bu muhtemelen ilkokul 1. sınıftan beri en zor yazdığım bütüncül yazı olabilir ki onun sebebi de yazmayı bir miktar geç öğrenmiş olmam. Tiyatroya kafa yoran bir izleyiciyim, derdimi anlatacak kadar Türkçem var, ya da çok zorlanmadan anlatılabilecek dertlerim var ki benim için ikisi de uygun lakin bir türlü başını sonunu toparlayamıyorum. İşin özü şu aslında, Lübnanlı yazar Wajdi Mouawad öyle güzel bir şey yazmış ki, üstüne konuşmak istemekle beraber, yetersiz kaldım.
 
Moda Sahnesi’nin yeni oyunu Kıyı, Wajdi Mouawad tarafından yazılıp Ayberk Erkay tarafından çevrilmiş ve Kemal Aydoğan tarafından sahnelenmiş. Oyuncu kadrosu ise, Onur Ünsal, Uluç Esen, Caner Erdem, Mert Şişmanlar, Melek Ceylan, Barış Yurtsever, Çağla Buldak ve Talha Kaya’dan oluşuyor.
 
Oyun savaştan kaçarak gittiği batıda ölen babasını memleketine gömmeye çalışan Wilfrid’in hikayesi. Bir kopuk uçurtma Wilfrid, annesi onu doğururken ölmüş, bunu kaldıramayan bir başka kopuk uçurtma olan babası Wilfrid’i teyzelerine emanet edip ortadan kaybolmuş. Yıllar sonra babası öldüğünde, Wilfrid’in mücadelesi başlıyor. Önce, aile mezarlığına, annesinin yanına gömmeye çalışıyor. Sonrasında ise, savaşın ortasında, toprağın artık ölüleri kabul etmez hale geldiği bir ülkede, babasını son kez mutlu olduğu ülkede gömebilmek için çıktığı yolda, karşılaştığı insanlarla bizleri hayatın ve savaşların binlerce yıllık tarihine dair bir yere çıkarıyor bizleri.
 
Oyunda aşkı görüyoruz, büyümeyi, büyüyememeyi, hayatın ne kadar çabuk değişebileceğini… Oğluna hayat verebilmek için ölmeyi seçen bir anneyi ve aşkı için oğlundan vazgeçebilecek bir babayı… Savaşları görüyoruz. Sürgünü, şiddeti, egemenin acımasızlığını… Savaşların insanları ne kadar kolaylıkla kör edebildiğini. Ve umudu görüyoruz. Her şeyin bittiği düşünülen anda bile umudu haykırmaktan, şarkı söylemekten asla vazgeçmeyenleri. (Melek Ceylan’ın sesi o kadar güzel ki…) Bunu da sadece diğerlerini umursayarak yapanları görüyoruz. Halbuki fikrimce oyunun en kilit cümlesi “Herkesin canı acıyor ama kimsenin umurunda değil“ iken. Bunlar benim, ortalama bir izleyici olarak gördüklerim, muhtemelen profesyonel okuma yapanlar daha fazla şey gördüler. Metnin gücü buradan gelmiyor ama. Metnin gücü bunları yaparken didaktikliğe, gereksiz boğucu imgelem bombardımanına yaslanmadan, sizi günlük hayatınızın içinden çıkarmadan, günlük hayatınızın içinde düşündürebilerek yapmasından kaynaklanıyor.
 
Tam da bu noktada Kemal Aydoğan rejisine geçmek gerekiyor. 4 yıllık Moda Sahnesi misafirliğimde gördüğüm, Kemal Hoca oyunlarını farklı bir düzleme oturtmaktan hoşlanır. Farklı mevsimlerde, farklı mekanlarda. Stil olarak derdin büyüklüğüne, evrenselliğine inanır. Bu, derdin gerçekten evrensel olduğu ya da derdin bu topraklara yakın olduğu işlerde çok iyi işlerken – Bira Fabrikası, Hamlet-, daha batılı işlerde – Torun İstiyorum, Roberto Zucco- biraz sıkıntılı olabiliyor fikrimce, lakin Wajdi Mouawad öyle bir oyun yazmış ki Kemal Aydoğan’a adeta nefes olmuş. Oyun o kadar zamansız, o kadar mekansız ve derdi o kadar yakın ki, nereye koysanız olacak gibi. Savaşta babasını tanımayıp öldüren Oedipus’u günümüz Ortadoğu’suna taşıyor, Antigone’yi, savaş öncesi rehberleri sırf izleri yeryüzünden silinmesinler diye toplayan Josephine olarak görüyorsunuz, babası elinden alınan Hamlet’i görüyorsunuz ve aynı oyunda Hrant Dink’i, Uğur Mumcu’yu, Ceylan Önkol’u görmek sizi şaşırtmıyor. Ama acıtıyor. Biliyorsunuz ki, Balkanlardan doğuya gittikçe zaman acının zamanı, coğrafya acının coğrafyası. Dertler o kadar ortak ki. Biliyorsunuz ki oradan doğan, orada olmuş, orada olabilecek her şey burada doğabilir, burada olmuştur, burada olabilir. 1000 km doğuya giderseniz benzer bir manzarayla karşılaşırsınız. 1000 km güneye inerseniz benzer bir manzarayla karşılaşırsınız. Oyun evet zamansız -prova notlarında da en çok zamansızlığı üstünde durmuşlar- ama aynı zamanda mekansız da bu manada. Bu nedenle de oyun Kemal Aydoğan’ın gerçekleri suratınıza çarpmak konusunda da elini kolaylaştırıyor.
 
Genel itibariyle no-name denebilecek bir oyuncu grubu. Televizyonlarda Onur Ünsal’ı hatırlarsınız, Moda Sahnesi'nin düzenli takipçileri Mert Şişmanlar’ı ve Caner Erdem’i de bilirler. Lakin kendi adıma diğer oyuncuları ilk defa gördüm. Lakin, açıkça söylemeliyim ki, metnin iyiliğinden inandırıcılığından mı bilemiyorum, ama izlediğim Moda Sahnesi oyunlarında bütün olarak izlediğim en iyi ekip. Ki, ben genelde Moda Sahnesi’nin kadın castıyla çok da barışık değilimdir ama Melek Ceylan ve Çağla Buldak oynadıkları karakterlerde tek bir saniye bile inandırıcılık problemi yaşatmadılar tarafıma. Bir de Melek Ceylan’ın sesi çok güzel demiş miydim? Dedim, bir daha diyeyim. Erkek cast da aynı oranda temiz, sadece Onur Ünsal konusunda emin olamadım. Bana biraz Wilfrid’den çok Onur Ünsal’mış gibi geldi, o nedenle açtım Youtube’dan yabancı uyarlamalara baktım, onlar da Wilfrid’den çok Onur Ünsal’mış gibi geldi. Kim bilir belki Wilfrid’in aslında Onur Ünsal olduğu bir paralel evrendeyiz.
 
Toparlamak gerekirse, Kıyı tiyatroya ucundan bucağından değmiş herkesin görmesi gereken bir oyun. Ki bu tavsiyeyi hayatı “Lan sen de hiçbir haltı beğenmiyorsun” lafını duymakla geçmiş birinden duymaktasınız an itibariyle. Bir insanlığın tarihini 2.5 saatte özetleyen müthiş bir eser, işini iyi bilen bir ekipçe sahneye konmuş. Açıkça söyleyebilirim ki, Moda Sahnesi'ndeki 4 yıllık misafirliği boyunca izlediğim en iyi oyun. Gidin, mutlaka gidin.


kaynak: ranini.tv
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping