Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
İhanet
#1
unfaithful.jpg
"GEÇMİŞE AĞIR MÜEBBETLE CEZALANDIRILMIŞ BİR MAHKÛMUM"
İhanet. Ne kadar küçük bir kelime... İnsan, bu küçük kelimenin yerle bir eden gücünü düşündüğünde iyice şaşırıyor. İhanet kelimesini her duyduğumda hep bunu düşünürüm. Yani bu küçük kelimenin, büyük gücünü. İnsanı yerle bir eden, yok eden, süründüren, çıldırtan, dengesini bozan, güvensizleştiren, hayata küstüren, rezil kepaze eden, katil yapan, toprağa gömen bu küçük kelime, hiç bitmeyen enerjisini ve gücünü acaba nereden alıyor diye düşünüyorum.
Şu insanlara bak! Ne kadar mutlu görünüyorlar değil mi? Oysa her birinin içinde ihanet tohumu var. Milyonlarca tohum, büyük bir sabırla, filizleneceği ve olgunlaşacağı ânı bekliyor. Kimimiz ihanetin figüranı, kimimiz kurbanı, kimimiz ise kendisiyiz. Onu her yadırgadığımızda, içimizdeki ihanet beynimizi kamçılar. Adının geçtiği her yerde içimize bir şüphe düşmesinin tek nedeni, işte bu kamçılardır. Herkes içindeki ihaneti tanır. Tanıklık ettiğimiz her olay, duyduğumuz her hikâye, bizi içimizdeki ihanetle bir an buluşturur. İşte o an, işte o an ihanetin içimizde ilk filizlerini verdiği andır. Onun bir cinsiyeti yoktur. İhanet cinsiyetsiz doğar. İnsanlar onu bazen silah olarak kullanırlar, bazen bir motivasyon aracı... İhanet dedim ya, kelime olarak küçük; ama işlev olarak tıpkı bir atom bombası kadar güçlüdür. Savaşlarda kahramanlıklar bazen bu küçük kelimenin üzerine inşa edilir. Onu öldürmenin yolu, ölmek olarak gösterilir. Kahramanlıkla ihanet arasındaki çizginin, çok ince oluşunun sebebi işte burada yatar. Savaşlarda, ihanetin karşıtıdır kahramanlık ve kahramanlık ihanetin tetiklediği ölümcül bir andır.
Kısacası, ihanet insanın olduğu her alanda yaşar, yaşatılır. Onun varlığını hayatın her anında hissedersin. Çok büyük aşkları, evlilikleri, ilişkileri, sevgileri, dostlukları, ortaklıkları ve paylaşımları bir anda düşmanlıklara dönüştüren bu güç, kuvvetini insanın elde etme hırsından alır. Herkes birbirinin içindeki ihanetten kuşkuludur. Kuşkuludur, çünkü herkes içinde ihaneti bir başkasının kuşkusuyla besler.
Yıllar önce, arkadaşım karısının kendisini aldattığını büyük bir soğukkanlılıkla bana anlatırken söyledikleri hep aklımdadır: "Karım beni aldatıyor. Ama ben hâlâ onu çok seviyorum. Ona zarar vermeyi hiç düşünmedim. Bu sana çok saçma gelebilir, ama o benim bu ihaneti öğrendiğimi duyduğunda, içindeki ihanet onu günbegün zaten öldürecek. Çünkü ihanetinin bilindiğini bilmek, ihanetin en büyük korkusudur." demişti.
Kendimi bir an onun yerine koymayı hiç düşünmek istemedim. Düşünmek bile insanın tüylerini diken diken ediyordu. Oysa bu, benim içimdeki ihaneti kapatmak için keşfetmiş olduğum bir yöntemdi. Onun söylediği her şey benim içimdeki ihaneti büyütüyordu. Duymak istemiyordum. Korkuyordum. İçimdeki ihanetin görülmesinden korkuyordum. Onun yakalanmasından korkuyordum. Yakalandığında başıma neler gelebileceğini düşünmekten korkuyordum. Sonuçlarından korkuyordum. Parmakla gösterilmekten ve herkesin kendi ihanetini benim ihanetim üzerinden aklamasından korkuyordum... Korkuyordum, çünkü ben de kendi ihanetimi henüz ihaneti yaşamayanların üzerinden aklayarak besliyordum. Beslediğim canavar eninde sonunda beni de yiyecekti. Onunla barışık yaşayarak, suç ortaklığı yaparak saklamaya çalıştım. Oysa sakladıkça ürüyor, üredikçe çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyordu.
Arkadaşımın karısı, arkadaşımı benimle aldatıyordu. Onun bana "İhanetinin bilindiğini bilmek, ihanetin en büyük korkusudur," deyişinin tek sebebi, bugün sana bu olayı anlatmamın da sebebidir.
Adamın son cümlesi Hasan'ı iliklerine dek sarsmıştı. Karşısında oturan bu gizemli adamla tanışalı daha yarım saat bile olmamıştı. Yürüyüşe çıkmıştı ki, dinlenmek için denizin kenarındaki banklardan birine rastgele oturmuş ve aynı bankta oturan kırk yaşlarındaki adamla, kendisini bir anda sohbetin içinde bulmuştu. Konu ihanete nasıl gelmişti hatırlamıyordu. Adamın sakin ama akıcı ve gizemli bir dille konuşması, galiba onu etkilemişti. Ne diyeceğini bilemeyen boş bakışlarıyla, bu şaşkınlığı fark eden bakışlar birbirini bulduğunda, adam yüzünü denize doğru çevirip derin bir nefes alarak, konuşmasına devam etti: "Her ihanetin bir ödeşmesi vardır. İhanet yine başka bir ihanetle ödeşir. Tıpkı bumerang gibi onu atarsın ve o geri gelir, seni bulur. 'Koynumda yılan beslemişim' demene fırsat kalmaz; çünkü o seni çoktan sokmuş olur. Bir daha arkadaşımı ve onun eşini görmedim. Aradan yıllar geçti. Vicdanım beni hep bu olayla karşı karşıya getirdi. Geri dönüşü ve tedavisi yoktu. Kendimle her baş başa kalışımda ihanetim ve arkadaşımın çifte ihaneti yüzüme vururken, o hisli bakışları canlanır gözlerimin önünde. Bu olaydan tam beş yıl sonra bir haziran akşamı gazetede okudum, arkadaşımın karısının kendini asarak öldürdüğünü."
Adamın sözleri ve kıyıdaki taşlara çarpan dalganın sesi, aynı anda yüzüne çarpmıştı Hasan'ın. İçi titremiş ve tüm vücudu bir an ürpermişti. Adam denize, Hasan ise adama bakıyordu.
"Denizi sever misin? Ben çok severim. Arada sırada buraya gelir, onunla konuşurum. Dalgaların soruları ve cevapları vardır. Deniz bile, kendisine ait olmayanı dışarı atar. Biz insanlar ise ihaneti içimizden dışarı atamayız. Bir deniz kadar olamayız anlayacağın..."
Adamın susuşunda bile, bir sesi olduğunu düşünüyordu Hasan. Gözlerini adamın alnından alamıyordu. Adamın alnındaki çizgiler birdenbire katlanarak çoğalıyor, sanki birdenbire de dümdüz oluyordu. Dalgaların kayalara çarpıp, başka bir dalgayı yeniden taşımak için çekilmesi gibiydi adamın alnındaki çizgilerin hareketliliği.
Hasan "Dışarıda hayatını sürdüren, ama geçmişe ağır müebbetle cezalandırılmış bir mahkûm gibisiniz," derken utanmış ve bu sözleri nasıl birdenbire ifade ettiğine kendisi de şaşırmıştı.
Karşısındaki gencin kendisine dair ortaya attığı bu tespit, adamın omuzlarının biraz daha çökmesine neden olmuştu. Adamın sırtındaki kambur adeta büyümüştü. Hasan'ın söylediklerini kendi kendine mırıldanıyor ve tekrar ediyordu, "Geçmişe ağır müebbetle cezalandırılmış bir mahkûmum. Geçmişe ağır müebbetle cezalandırılmış bir mahkûmummm…"
Kayalara çarpan dalgalar mırıldanmalara eşlik ediyordu. Martılar da katılmıştı artık aynı koroya. Hasan, mırıldanmalara eşlik eden dalgalardan ve martıların sesinden bir an ürkmüştü. Sanki çevresindeki her şey, bu sözü bekliyormuş gibi harekete geçmişti. Ortalık ıssızlaşmış ve sahilde adamla baş başa kalmıştı. Kalkıp gitme duygusu içine oturmuştu, ama kendisinde kalkacak gücü bulamıyordu.
Adam birden ayağa kalktı ve kahkahalarla gülmeye başladı. Artık dalgalar, martı çığlıkları ve kahkahalar üstüne üstüne geliyordu. Adamın kahkahalarla bağıra bağıra yanından ayrılışını, kaskatı kesildiği yerden seyrediyordu. Adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu: "Geçmişe ağır müebbetle cezalandırılmış bir mahkûmum, mahkûmummmmmm!.."
"Bu deliyle bir saattir sohbet ediyorsun kardeş. Sizi uzaktan seyrediyordum. Çok şaşırdın değil mi? Adamın deli olabileceğini hiç aklından geçirmedin, değil mi? Bu gördüğün adam, karısının ölümünün her yıl dönümünde buraya gelir, birilerinin yanına oturur ve hikâyesini anlatır. Bundan hiç bıkmaz, usanmaz. Karısı onu en yakın arkadaşıyla aldatmış. Çifte ihanet anlayacağın. Kimileri onun karısını kendi kendini asmaya zorladığını, kimisi ise kadının vicdan azabına dayanamayarak kendisini öldürdüğünü söylüyor. Karısı öldükten sonra adam iyice kafayı tırlatmış."
Hasan ne diyeceğini bilemiyordu. Oturduğu banktan hızlıca kalktı ve hiçbir şey söylemeden kaçarcasına uzaklaşmaya başladı. Adamın sesi hâlâ uzaklardan duyuluyordu. Kendi evlerine gelip giden en yakın arkadaşı Ali'yi düşünmeye başlamıştı. Böyle bir olayı hayal bile etmek istemiyordu. O evdeyken karısının davranışları gözlerinin önünden geçmeye başlamıştı. Evden uzakta olduğu günler, karısının arada sırada geç gelişleri… "Hayır! Hayır olamaz! Kafamda kuruyorum her şeyi. Böyle bir şey asla olmayacak. Olmamalı, olamaz!.."
Adımlarını hızlandırmıştı, bir an önce eve ulaşmak için, adeta koşturuyordu. Evin önüne vardığında kapının zilini hızlı hızlı çalmaya başladı. Eşi kapıyı açtığında Hasan'ın nefes nefese halini görüp birden heyecanlandı ve "Ne oldu. Kötü bir şey mi var Hasan?" diyerek içeri aldı. Hasan karısının yüzüne bakarak, "Beni hâlâ çok seviyorsun değil mi?" sorusunu bir çırpıda sordu. Eşinin bu tuhaf sorusuna bir anlam veremeyen kadın, "Hasan nerden çıktı bu? Elbette ki seni çok seviyorum. Odaya geç otur hadi. Ben de çayları alıp geliyorum. Haa… İki saattir Ali seni bekliyor içeride."
Yazan: Akın Olgun
kaynak:nav_bit.png http://mavimelek.com/ihanet.htm

Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping