Duygu, çağrışım ve izlenimlerin dizeler halinde dile getirildiği söz sanatıdır şiir. Hiçbir zaman kesin ve tam bir tanımına ulaşılamayan türlerden biridir ve çok genel olarak şiir, düzyazı dışında kalan bir anlatım biçimi olarak nitelendirilebilir. Ama şiiri düzyazıdan ayıran yegâne özelliği, dizeler halinde yazılması değildir. Diğer yazınsal türlerden farklı olarak şiirde çağrışım, imge, sezgi, duyular, duygular önemli bir yer tutar. Anlatım daha kapalı, söyleyiş daha müzikal ve etkili, duygular daha güçlü, algılar daha ön plandadır. Şiirde tanrısal bir yücelik, büyüleyici bir güzellik, çözülemez bir gizem, sözcükleri ve sesleri birbirinden ayrılamaz bir ezgi vardır.
Şiir, dilin anlam, ses ve ritim öğelerini belli düzen içinde kullanarak bir olayı, ya da bir duygusal ve düşünseldeneyimi yoğunlaşmış ve sıradanlıktan uzaklaşmış bir biçimde ifade etme sanatıdır.
Valery’nin tanımından hareket eden Suut Kemal Yetkin, yürüyüş ile raks (dans) arasındaki farkı, düzyazı ile şiir arasındaki farka benzetir ve “Şiir bu kadar esrarlı ve çözülemez bir terkip olduğuna göre, nesre çevrildiği zaman şiirliğini koruyan bir şiir tasavvur olunamadığı gibi, nesrin nazma sokulmasıyla elde edilen bir şiir de öylece tasavvur olunamaz. Ve gene bir öylece bir şaire şunu veya bunu anlatmalısın demek kadar manasız bir şey olamaz. Zaten şair bir şey anlatmaz, anlattığı zaman da şair olmaz” der. İlk şiirlerin insanoğlunun dinsel törenlerine eşlik ettiği, bilinen bir gerçektir. Çağlara ve toplumlara göre şiir beğenileri, mükemmel şiirin ölçüleri değişse de, iyi şiirin nitelikleri hemen hemen her dilde ve kültürde yukarıda belirttiğimiz ortaklıkları taşır. Destanlar, ninniler, türküler, ağıtlar, insanoğlunun ilk sözlü sanat ürünleri ve ilk şiirleridir aynı zamanda.
Ahmet Haşim, “Şiir, bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır” diye tanımlar şiiri; J. Cocteau “Ne masayı anlatacağım diye masa kelimesini kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş kelimesini, ne de aşkı anlatacağım diye aşk kelimesini” der; Salah Birsel’se Şiirin İlkeleri’nde aynı konuda şunu söyler: “Doğrusu şiirin hiçbir anlamı olmaması değil, şiirin o anlamı bağırmaması gerekir“. Bu tanımlardan, şiirin işlevinin anlatmak değil, duyurmak yani hissettirmek olduğu sonucuna ulaşabiliriz. İlhan Berk de “Anlamla Yola Çıkılmaz: Şiir Bir Şey Anlatmaz. Anlaşılmak İçin de Değildir” başlıklı yazısında aynı noktaya değinir:
Bir şiiri anladığımızı söylemek çok su götürür. Bunu yalnız büyük bir şiir için değil, orta halli bir şiir için bile söylemek zordur. İyi bir şiir anlamla yola çıkmaya her zaman engeldir. Her şeyden önce bir şiirden bir düzyazıdan anladığımız anlamada bir anlam beklemek, ona öyle yaklaşmak şiirin doğasına aykırıdır. İyi bir şiir bir şey anlatmak şöyle dursun, ona uzaktan yakından yanaşmaz; arkasını döner. Anlatılmaz olanladır onun çabası, savaşımı. Ordadır gözü, ordan seslenir, bakar. Böyle bir şiirde anlama sarılmak işe yaramaz. Bunda usun da yararı yoktur. Usla yaklaşmak şiiri bütün bütün çıkmaza sokar. (…) Oktay Rifat bunun için “Akılla yazılan şiir en kötüdür bence” diyecektir.
Behçet Necatigil’in şiirle gerçeklik ve bilgi arasında kurduğu bağ da İlhan Berk’inkine benzer: “Şiir bir sorun, bir durum üzerine ölçülü konuşan, susunca da bizim düşünmemizi bekleyen bir olgunluktur, bir kıvamını bulmadır” derken şairin söylediği, sadece sanatçının değil, okurun da şiire kattıklarını düşündürür.
Şiiri diğer türlerden ayıran en önemli fark, gerçeği imgelerle anlatması ve her okuyanda farklı bir etki, izlenim, çağrışım yaratmasıdır. “Güneş batıyor” cümlesi, duyan her kişi tarafından aynı şekilde algılanırken “Gün çingeneler gibi göçebeydi ufukta” (Cahit Sıtkı Tarancı) dizesinin her duyanda farklı bir etki yaratması, imgenin gücünü gösterir.
Şiirsel sözün düz yazısal sözden en büyük farklarından biri de, şairin sözcüklerin ezgisini yakalamasıdır. İlk anda müzikal etkiyi sağlayan şeyin ölçü ve uyak olduğu düşünülebilir ama modern şiirde bu türden biçimsel öğelerin hiç kullanılmadığını anımsamak gerekir. Yine de şiirsel etkiyi sağlayan nedir o halde? Fuzulî’nin bir gazelinde geçen “Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım” dizesindeki müziği yaratan sadece vezin olabilir mi? Sözcüklerin yerini değiştirirsek, sadece vezin vezin, google mi bozulur? Dizenin ruhunda da büyük bir değişiklik oluşmaz mı? Benzer şekilde Cemal Süreya’nın art arda gelen yirmi şiirinin son dizesini oluşturan “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni” dizesinde ölçüden de uyakian da fazlası yok mu?
İnsanoğlunun ilk edebî yaratısı, şiirdir aslında. Ve başlangıçta, şiir, dans, müzik, tiyatro daima iç içedir; yüzyıllar geçtikçe bu sanatsal etkinlikler birbirinden ayrılır ama birbiriyle bağı yine de hiç kopmaz. Nitekim edebiyatta ilk kuramsal değerlendirmeleri içeren Poetika adlı eserinde Aristoteles, “şiir” derken tiyatrodan söz etmektedir; çünkü Antik Yunan’da tiyatro ve şiir birbirini tamamlayan türlerdi.
alıntı